Ay Işığı Yedir Bana
Yıllar yıllar önceydi. Öğrenci idik. Keçiören, Şose tarafında Şefkat Mahallesi durağında kaldığımız kötü ve soğuk öğrenci evinde bozuk bir kasetçalar vardı, FM radyosu bile çalışmayan. Kaset dönemi idi. LP taş plak dönemi öğrenci evlerine hiç uğramıştı, CD dönemi henüz başlamamıştı. Tek tük Walkmani olanlar vardı okulda nispeten zengin öğrencilerde ve Sony Walkmanleri alacak paramız elbette yoktu.
O soğuk sobalı evde sadece iki kaset vardı. Biri Fatih Kısaparmak'ın Kilim şarkısının olduğu albümü ve diğeri Ahmet Kaya'nın Başkaldırıyorum albümü. Zannederim 1989 ya da 1990 yılı idi. ODTÜ'de mühendislik fakültesinde tıfıl bir öğrenci idim. Okulu bırakıp bırakmama ikilemi yaşadığım yıldı. Okul servisinin balıkçı yaka süveter üstüne iri baklalı zincir kolye takan uzun kıvırcık saçlı şoförü sürekli Ahmet Kaya şarkıları dinliyordu yol boyunca, okula varana kadar...
Okulun ismiyle özdeşleşen meşhur ve bilindik siyasi tandanstan farklı bir cenahtan bakıyorduk dünyaya o dönemlerde. Ama biz de "onlar gibi" dünyayı değiştirmek isteyen romantik düzeyde idealist ve sadece düşüncede ve kafada 'devrimci' diğer öğrenciler ile aynı şekilde, protest müzikleri dinlemeyi seviyorduk, o kadar. Bildiğimiz tek siyasi eylem ise kitap okumaktı. Çok kitap okumak. 12 Eylül sonrası zaten geriye pek bir şey de kalmamıştı okumaktan başka...
Diğer taraftan duygusal olarak tüm sevdalar uzaktandı. Sevmeler de uzaktan... Bakışlar da uzaktan. O nedenle aşka ve sevdaya dair tüm şarkı sözleri azıcık dokunur ve zaten narin olan kalplerimizi incitirdi. Öyle bir nesildi bizimkisi. Kalbinde çizikleri olan. "Sevdiğine sözü olan bir kilim dokur / Kilimin dilinden ancak anlayan okur" gibi yaşanırdı sevmeler. Yani söz ile bile gidilemezdi. Utanılırdı.
Bu utangaçlık ve diğer taraftan parasızlık içinde Ahmet Kaya şarkıları daha da kanatırdı içimizi... Orada yarine kavuşamayan, sevgilisini sadece düşlerinde gören idealist dava adamlarının şiirsel öyküleri vardı. Yar göğsüne baş koymadan vurulup düşenler, bu yolda yok olup gidenler, falan... Biz de kendimizi onlardan zannediyorduk ortada öyle bir ortam ve bağlam yokken ve sanki şarkı sözlerini bizim için yazmışlar hayaline kapılarak...
İşte böyle donkişotvari bir hayal dünyası içinde dünyayı değiştirmek için yola çıktığını zanneden yeni yetmeler olarak şarkı sözleri zaten kavram çalışması yapan ve kelimelerle dans etmeyi sevenler biz ve bizim gibiler için çok daha vurucu ve sarsıcı oluyordu...
Ersin Ergün şiirinde: "Geceler çok karanlık, / gel düşümdeki sevgilim / Ay ışığı yedir bana" diyordu. Sonra da; "Gözlerimde güneş koşar /
Ve çiçekler ekersiniz, / çiçekler ekersiniz toprağıma" diyerek ölmeye götürülen bir adama ağıt yakıyordu şair.
Şiir güzel olduğunda çok güçlü bir edebi sanat türü. Kelimeler ile oynamak her yiğidin harcı da değil. İyi şair olmak nesir veya roman yazarı olmaktan çok daha zor. Gözlerinde güneş koşan ve ay ışığı yiyen adamlar bol ve düşük kot pantolon giyip şapkasını ters takan kolları dövmeli rapçileri dinleyen bu gençlere sanki çok uzak kişiler. Protesto biçimi hızlı ve küfürlü rap şarkılarına dönüşerek hapsolmuş durumda. Var olana böyle karşı çıkıyorlar...
Titrek bir mum alevinin havaya bıraktığı bulanık bir is / Ve göz gözü görmez bir sis değildik biz /
Beni bilimle anla iki gözüm, felsefeyle anla /
Ve tarihle yargıla…
Yorumlar
Yorum Gönder