Ana içeriğe atla

Haz ve Hız Çağı

Haz ve Hız Çağı 
Okumayı seven ve sürekli kütüphane deviren bir arkadaşım bana sürekli kitaplar önerip yorumlarımı bekliyor okuyup sevdiği kitaplara dair. Ben ise teknik anlamda basılı / matbu bir kitabı olmayan ama yazı yazmayı seven birisi olarak (kendime yazıp karalayan adam ismini taktım blog yazılarıma 😉), zannedildiği kadar çok hızla ve haz alarak peşpeşe kitap okuyamıyorum artık - en azından şu aralar. Bunu telafi etmeye ve gelecek önerilere hep açık olacağım...

Garip bir döneme girdik. Son yirmi yıl bilgi ve iletişim hızı anlamında inanılmaz bir değişim ve devinim dönemi oldu. Yirmi birinci yüzyıl çok ama çok hızla geliyor... Hem siyasi ve uluslararası anlamda, hem sağlık ve teknoloji anlamında hem de en önemlisi bilgi çağı anlamında korkunç hızlı bir sirkülasyona şahitlik ediyoruz. 

Yeryüzü daha önce eşi ve benzeri görülmemiş bir bilgi çağı ve bilgi artışı ve doğal olarak da bilgi kirliliği ve yanıltıcı bilgi ile bataklığa doğru sürükleniyor. 

Geriye giden ve giderek kötüleşen tek şey eğitim ve onun kalitesi... 

Yeni nesil Z-Kuşağı çok büyük badireler atlatıyor. Sosyal bir varlık olan insanın hem biyolojik, hem psikolojik hem de sosyolojik doğasına / fıtratına büyük darbeler vuruluyor ve bunların etkileri önümüzdeki on ve yirmi yılda inanılmaz acı bir biçimde hissedilecek. İnsanlık adına dünyayı tanzim etme erkini kendine ait zanneden en yüce ve dokunulmaz üst akıl sahillerinden oluşan toplum mühendisleri insanlığa yepyeni bir şekil vererek insanlığın nasıl ve ne şekilde düşünmesine, ne ile vakit harcaması gerektiğine karar vererek yeryüzünü baştan dizayn etme sürecine girmiş durumda. Bu çok yıkıcı olacak... 

Biyolojik olarak, dikkat aralığı denen (low attention span) mefhumu iyice azalttı teknoloji... Eskiden doğa vardı. Mis gibi kokan rengarenk çiçekler, pamuk şekeri gibi bulutlar, şırıldayan dereler, yüzünüzü yalayan rüzgar, gözünüzü kamaştıran güneş ve milyarlarca göz kırpan yıldız. Önce sinema perdesi, sonra televizyon, sonra bilgisayar ekranı ve şimdi de cep telefonu ekranına yapıştı gözler ve kulaklar. 360 derecelik gerçek evrenin en az 320 derecesine sırtımızı döndük - göz ve kulaklarımızı lal ettik küçücük ekranlara bakacağız derken gerçek güzelliklere âmâ oldu gözlerimiz. 

Aynı şekilde, yüzlerce sayfa okuyup kelimelerle hayal kurabilen insanların yerini kısa Twitter, WhatsApp vb yazı bile denmeyen mesajlaşmalar; dost sohbetlerinin, doğa ile hemhal olmanın yerini ise çok hızla bakıp tüketilen resimler, videolar, içeriği boş görseli bol "zihin rendeleri" aldı. Artık okuyamayan bir nesil geldi. Yeni akıllı yapay zeka ve konuşan botlar ile rendenin gözenekleri iyice büyüdü ve aklımızdan daha büyük kıymıklar koparıyor her geçen ay... 

Psikolojik olarak, göçler, siyasi beceriksizlikler, pseudo-pandemics (bu kavramı ben uyduruyorum şimdi> sözde labaratuvar salgınları) ile ruhsal ayarlarımız ile oynadılar. Sahip olunan görsel medya araçları ile neyi nasıl düşünmemiz gerektiğini pompalayan ve sürekli dezenformasyon (yanlış bilgi ve bilgi kirliliği) üreten bir kirli kartel ağının kucağına düştü insanlık... Aklımız ve ruh sağlığımız ile oynanıyor... Yapay korkular zerk ediliyor - kapalı bir ekosistem olan gezegenin ayarlarını en çok bozanlar en çok akıl erozyonunu tetikleyen aynı kara ve kirli emelleri olan ruhsuz ve kalpsiz insanlığın yüz karası canavarlar... 

Sosyolojik olarak da ihanet ediyoruz kendimize; bir arada güzelce konuşmak, oturup sohbet etmek, yeryüzünü keşfetmek varken, sanal alemlerde yeni yerker keşfediyor, kendisi olmayan sahte kimlikler ile tanışıyor, yalanlar üzerine kurulu yüksek çözünürlüklü likid ekranlar ardına gizlenmiş çifte kimliklerin gerçekliğini sorguluyoruz. Gerçekten var mı bu filtrelerin arkasındaki mutlu ve şaşaalı sanal hayatlar... Çoğu sahte. Bunu biliyoruz... Hızlı hazlar yaşamamızı istiyor birileri - kısa ve çabuk tüketilen - savrulup sanal çöplüklere atılan... "Delete all?" tuşu hemen eşsiz bir mimarisi olan parmak ucumuzun hemen altında! 

Diyalektik felsefe şunu söyler dolaylı olarak; her devrim karşı devrimi doğurur... Olan oldu ve Sanayi 4.0 bizi esir aldı... Elbette kapitalizm, komünizm, romantizm, realizm, sürrealizm, ateizm, deizm, vb süreçlerde olduğu gibi insanlık bizzat kendi eliyle yok ettiği asıl gerçekliği yeniden keşfedecek - bu on yıllar sürecek. Tıpkı her devrim kendi çocuklarını yediği gibi bu insanlık devrimi kurgulayanlar bu devrime yenik düşecek... Sadece çok akıllı ve bunu gören minicik bir azınlık bundan aklı selim biçimde sağ kurtulmayı başaracak... 

ABD de Silikon vadisinde kullandığımız bu bağımlılık teknolojilerini üreten üstün zekalı adamların kendi öz çocukları Waldorf okulları denen kara tahta, tebeşir, eleştirel düşünce, doğa sevgisi vs müfredatı olan ve tamamen tablet ve akıllı telefondan arındırılmış dersler alıyor... Yeni yaratılan ve düşünmeyen bu melekesini kullanmayan güruhu yönetmeyi öğreniyor büyük ihtimalle... 

Biz nereye gittiğini bilmediğimiz bir haz ve hız treninde aklımızı her geçen gün bizim nasıl düşünmemiz ve neye para ve zaman harcamamız gerektiğini bize öğreten başkalarına ipoteklerken, onlar zihinsel kölelik ve bağımlılıklarımızı derinleştirmek ile meşguller... 

Her şeyi hızla tüketmeyelim - anlık hazlar - anlık görsel ve iletişimsel sanal tüketim yerine özümüze dönüp daha derin, daha uzun, daha nitelikli ve daha doğal ve insanî ilişkilere yelken açalım... 

Bunu böyle bir mecradan yapmak da ayrı bir paradoks ama yeryüzü ve sevdikleriniz ve çevreniz ile daha derin ve güçlü bağlar kurmanız temennisi ile güzel bir hafta sonu geçirin - verimli... 



 

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Masal

Masal ... Neden olsun isteriz, Masallardaki aşklar gerçek? Mutlu gülüşler sonsuz, Birliktelikler, sorunsuz? ... Niye çok isteriz hep? O da beni - benim kadar, Ve hatta benden de çok... Daha da çok sevsin diye? ... Nedir karşılıksız aşkları; Bu kadar değerli ve unutulmaz, Kavuşulan aşkları ise sıradan yapan? Nedir aşkı, maşuktan bile kopartan? ... Niye bekleriz hep, tutkuyla sevip de, Karşılık bulamadığımız aşklar; Önümüzde serpilip büyüsün diye, Bilerek ve beyhude bir çırpınış ile? ... Neden çok sevilen anlamaz, Sevildiğini ve değer verildiğini? Bu güzel masalın her harfinin Bizzat kendisi için; yazılıp, çizildiğini?  ... Neden küçümsenir ki sevenin sevgisi? Niye görülmez bülbüle yâr olan gül bahçesi? Niçin hep bir inat, hep bir tafra yüceltir, Ve daha değerli kılar, yarım bırakılan sevgiyi? ... Karşılık almadan sevebilmek, Ne kadar da ilahi ve yücedir, halbuki... Kim, neden heba eder ki aşığının sevgisini? Ve rehberi yapar boş yere kendi ümitsizliğini? ... Sen de biliy...

HAYATINIZI DÜZENE SOKACAK 20 ALIŞKANLIK

Hayatınızı Düzene Sokacak 20 Alışkanlık Öncelikle herkese güzel bir hafta sonu dileklerimle. Umarım hayatınızın akışını arada bir durup sorguluyorsunuz. Yanlış anlaşılmasın sakın. Felsefi ve ontolojik bir var oluşçuluk ve bütüncül bir yaşam kaygısını sorgulamacı bir tutum ile irdelemek değil niyetim asla.  Bugüne hafif gibi görünen ama yaşam kalitemizi engelleyen, başarıya ve hedeflediğimiz amaca giden yolda bizi sekteye uğratan bir takım olumsuz davranışlarımızı ve nispeten kötü alışkanlıklarınızı azaltmaya yönelik bir takım önerilerim olacak.  Düzenli takip ettiğim bir kaç yabancı motivasyon ve kişisel gelişim hesabı var. Daga çok Amerikalıların bakış açısı ve dünya görüşü ile şekillenmiş tavsiyeler bunlar. Ben buradaki önerileri biraz bizim ülke ve insanımız bağlamına uyarlamaya çalıştım.   Hepsinin de değerli öneriler olduğunu düşünüyorum.  Küçük adımlarla giderek, hepsini değil belki ama dört beş tanesini bile uygulama geçirmek oldukça olumlu de...

Kendinizi Aşmanın 33 Yolu

Kendini Aşmanın 33 Yolu (İlk 15 Adım!)  Hemen hepimiz kendimize dair bir takım serzeniş ve şikayetler içerisinde oluyoruz. Az veya çok... İstemsizce veya üstüne basa basa şikayet ediyoruz.  Bazı şikayetlerimiz fiziksel şartlarımız ile ilgili. Kimimiz boyundan memnun değil, kimimiz kilosundan. Kimimizin beli kalın, bazılarımızın kırışıklıkları çok.  Kimimiz göz rengini lens kullanarak, kimimiz de fazla kilolarından sert diyet yaparak kurtulabiliyor.  Kimimiz ticari zekasının azlığından şikayetçi; kimimiz ise sinirlerini kontrol edemeyerek çevresini kırıp dökmekten. Bazılarımız ise tam bir toksik canavara dönüşmüş durumda, travmalarının acısını bi-haber olan yakın çevresinden çıkartıyor... Kimimiz bazen bir duygu süpürgesi,  kimimiz kalp buldozeri, kimimiz de ilişki mengenesi...  Ama her şey bir yana, hayat devam ediyor. Stoacı bakış açısını benimsemiş bir fani olarak, kendimizi sevmemiz, kendimizi iyi tanımamız ve içimizdeki o potansiyeli uyandır...