Anlam Arayışı
Viktor Emil Frankl'ın beni derinden etkileyen ve hemen herkesin okuması gerektiğini düşündüğüm logoterapiye dayanan İnsanın Anlam Arayışı adlı kitabından falan bahsetMEyeceğim burada. Daha önce bir kaç yazı yazdım o kitaba dair... Dürüst bir itirafta bulunmam gerekirse o kitap sayesinde kendimi biraz daha tanıma fırsatım olmuştu. Dolaylı olarak stoacı düşünceyi tanıma fırsatı bulup Marcus Aurelius ve Seneca'nın varlığını fark ettim devamında... Bana çok iyi geldi o kitap...
1995 yılıydı zannederim. "Labirentteki Mavi Kelebek" isimli bir roman yazmaya başladım 26 yaşında iken birden kafama esti bu fikir. Öncesinde ise minicik iki öykü ödülü almıştım Ankara Üniversitesi ve ODTÜ'de yapılan öykü yarışmalarında. Teknoloji ve PC sektörü elbette bu kadar yaygınlaşmış değildi ve ben de bildiğiniz kurşun kalem ve kağıt kullanarak yazmaya başladım...
Sonra o notları gri ekranlı ve Celeron 2 işlemcili elden düşme ve toplama ikinci el bilgisayarımda daktilo etmeye başladım. Sonra PC'nin motherboard'u gerçekten alev alıp yanınca romanın büyük bir kısmı da yok oldu. Yedekleme kavramı, USB veya harddisk vb depolama birimleri yaygın değildi! Kaderim buymuş deyip, ilham perisine galiz bir küfür edip, yazma hevesim ile beraber yazmayı da kalbime gömüp bıraktım 25 yıl boyunca 🫣. Maalesef sadece üç bölümü kurtarabildim...
Öykü bir gece can sıkıntısı ile hayatına son verme fikrini aklına getirmiş bir yetişkinin zihninden geçenleri flashback yöntemiyle retrospektif biçimde hikaye edilmesi üzerine kurulu. Öyküdeki ana kahraman (protogonist), şair Ataol Behramoğlu ifadesiyle; yaşadıklarından öğrendiği şeylerin muhasebesini yapıyor, küçük bir msvi kelebek ve tren metaforu eşliğinde zihninin labirentlerinde oda oda gezerek..
Elbette hikayenin sonunda karakterin hayatına dair ne yapmaya karar verdiğini söylemeyeceğim, ancak ilk bölümün başlığı, "Anlam" idi. Bir tür içsel yolculuk ve varlığı sorgulama süreci söz konusu öyküde baştan sona kadar. Çalışma hayatına yeni başlamış ve yeniden aşık olmaya çalışan, genç ve kısmen popüler 🫣 bir erkek öğretmen olarak biraz fazla pesimist bir başlık ve giriş idi. O dönem, edebiyat eleştirmenliği yapan arkadaşlarım arasında beğenenler veya içeriği zor bulanlar oldu yazı tarzım ve kelime yoğunluğum nedeniyle...
İnsan ontolojik sebeplerle kendi varlığını, yeryüzünde bulunma gayesini, nereye ait olduğunu ve ne için yaşadığını zaman zaman sorgular. Galiba evrendeki tüm canlılar içinde bizi diğer varlıklardan ayıran en önemli somut şey özünde soyut düşünebilme melekemiz. Zannederim bu özellik - paralel evren diye bir şey yoksa - tüm yaratılmışlar içinde sadece insana özgü; geleceği düşünmek, kurgulamak, yaratıcı olmak ve hayal etmek. Tanrının izdüşümü olmak bunu gerektiriyor belki de😉? Tolstoy tadında İnsan Ne ile Yaşar? diye sormayacağım ben - soruyu değiştirip insan ne için yaşar? diye tekrar tekrar kendime soracağım.
Daha bu sabah İngilizce dersinde sınıfta var olan dört beş öğrenciye şunu dedim; şayet "why?" sorusunu sık sorarsanız başarılı olur ve gerçekten öğrenmeye başlarsınız... Medeniyetler de böyle ilerliyor ve inşaa ediliyor. Niye? sorusunun ardından yazılı kültür geldiğinde toplum inşasına başlamak mümkün oluyor.
Kendimize dönüp neden ve niçin sorularını peş peşe sorunca biraz daha yaşama dair sorular eşliğinde bir yol haritası çizmek mümkün olabilir belki...
Burada daha büyük bir soru işareti daha olabiliyor. Bu hayatı anlamlı kılma yolunda bireysel soru işaretlerini koca bir boyun bağı veya kolye yapıp boynumuza ve sırtımıza dolayıp takıp yürürken - acaba hayat denen bu yolda yürürken adım adım (İbo tarzı arabesk oldu biraz...) bir yoldaş, bir dost, bir arkadaş, bir yaren, sevgili, eş, gönüldaş kısaca bir yol arkadaşı arama çabası - bir "hayat eşlikçisi" (şimdi uydurdum bu kavramı 😗) olsun istiyor sosyal birer yaratık olan Adem'in oğulları ve Havva'nın kızları...
Herkes elbette hayatın anlamını aynı şekil biçim ve düşünce silsilesi ile aynı hissiyat güzergahlarından geçerek yapmayacak... Herkes farklı tecrübeler yaşayarak anlam katmaya çalışacak hayatına.
Dün okul dönüşü eve doğru yürürken Kolej tarafında büfe işleten bir genç bir esnafın dükkanının önünde yerde betonun üstünde yorgunluktan bitmiş bir halde oturan yaşlı bir teyzeye söylerken kulağıma çalınan ve sadece o kısmını işittiğim komik bir cümleyi söyleyerek tamamlayayım hayatın anlamı sorusunu: cümle bana inanılmaz felsefi geldi. Mantık dersinde totoloji olarak öğretilmesi gerekiyor bu esnaf cümlesinin:
"Öleceğimiz zamana kadar yaşayacağımız garanti. O yüzden sorun yok teyzeciğim!" Tüm ablam arayışınızı kemale erdiren muhteşem bir tespit, değil mi?
Yorumlar
Yorum Gönder