Doğmak
12 Aralık benim doğum günüm. Nedendir bilmem doğum günlerine özel bir anlam ithaf edemedim bir türlü. İlk "yaş pastalı ve mum üflemeli" doğum günümü, 24 yaşına basacağım yıl, İngilizce kursu alan (üniversiteli genç kız öğrencilerden oluşan sınıfımdaki) öğrencilerim, sürpriz yaparak - o zamanlar Tunalı Hilmi Caddesinde şubesi bulunan (eski Paşabahçe Mağazasının üstü) - Ankara Üniversitesi TÖMER Kurs Binasının üçüncü katındaki bir sınıfta kutlamışlardı. Ailem ve komşular dışında ilk farklı kutlama idi o - sanki iş hayatına hoş geldin kutlaması der gibiydi...
Evet, elbette o doğum günü seremonisi öncesinde doğum günüm kutlanmıştı hane halkıyla evde. Tabiki onlar da çok değerliydi. Iki gün önce memlekette ön kutlama ile yaptığımız gibi anne, baba, kardeş belki bir kaç komşu. Ama o yıl (1993) hayatımda ilk kez sembolik anlamını hiç anlamasam da - mum üfleyerek bir doğum günü kutlamıştım. Bir kaç "özel" hediye vermişti bir kaç "özel biçimde beni seven" öğrencim... Sonrasında kutlanan doğum günlerini o kadar net hatırlamıyorum maalesef... Doğum günümü kimseye de söylemeyi pek tercih de etmedim açıkçası - özellikle de yeryüzündeki varlığını ve varlığının anlamını bir süre ontolojik sorularla sorgulamış bir adam olarak...
Doğuma dair üç önemli kavram olduğunu düşünüyorum irdelenmesi gereken.
Birincisi, "bir biyolojik süreç olarak doğum" anına kadar kadın/anne vücudunda yaşanan inanılmaz mucizevi bir yolculuk söz konusu. Annelerin hakkını ödemek zor bu anlamda. Bir anne olarak, kendi bedeninden yeni bir biyolojik parça üreterek, bir canlıya bedenini yuva yapan tüm kadınların yaşadığı o duygusal süreci, trimaster aşamalarını, bir alak ile başlayıp, cenin ile devam eden ve tam bir insan yavrusuna evrilen süreci bir erkek olarak inanılmaz - olağandışı ve olağanüstü ve mucizevi buluyorum. Bu anlamda başta annem ve tüm annelerin yaşadığı bu zorlu yolculuğu yaptıkları için tüm kadınları şükranla ve ezilerek takdir edebiliyorum sadece... Ve elbette kadınlara haksızlık yapıldığını düşünüyorum.
İkincisi doğuma yüklenen anlamın kültürel bir seçim olduğunu düşünüyorum. Şaman ve aborijin kültürlerinde (belki başka pek çok kültür ve toplumda) doğum bu kadar da kutsanan bur olgu değil. Belli bir başarı sonrası doğmuş kabul edilip o vakıa ile doğumu anılmak, doğumu bir kırılma noktası ile kutsamak da bir tercih meselesi ve bu bir biyolojik süreç ile değil sosyal ve toplumsal bir bağlam ile ilintilendiriliyor. Buna da eyvallah demek gerekiyor sosyo-kültürel ve antropolojik yaklaşımın bir sonucu olarak. Gökyüzündeki gezegenlerin de hayata burçlar yoluyla etkili olabileceğine inanmakta güçlük çekiyorum yükseleni akrep (başak ve terazi diyen dostlarım da oldu gerçi) bir yay burcu erkeği olarak...
"Kafernaum" filminde kendi rızası sorulmadan dünyaya getirildiği için anne babasını dava eden 12 yaşındaki Zeyn'in dramatik öyküsünü herkes izlemeli bence; dünyaya sorulmadan ve rızası alınmadan getirilen çocuğun hakları çok önemli zira... Hiç birimiz doğmaya karar veremediğimiz gibi hangi ülke, hangi coğrafya, hangi toplumsal katman, hangi din, hangi inanç, hangi evde doğacağımıza da karar vermiş de değiliz - vermemiz de mümkün değil zaten. İbn Haldun'un dediğinin bir adım ötesine de geçmek gerekiyor: sadece coğrafya değil- doğduğumuz aile ortamı kaderimizi o kadar derinden (bazen de travmatik olarak) etkiliyor ki... Bu sorumluluğunu almak yürek işi demeden duramıyor insan...
Üçüncü ve son olarak, mevcut biyolojik ve toplumsal varlığımıza karar veremeyen insanlar olarak, doğumun değillemesi (negation) ve zıt anlamlısı addedilen "ölüm"e (ne gariptir ki) karar verebilme irademiz ve gücümüz var - pek çok din, bu ilahi alana özgü bu kararı güçsüz insana hak görmese ve günah ya da suç kabul etse de...
Doğum gibi güzel bir şeyden bahsederken, çoğunuza garip gelecek belki ama - doğumu en çok anlamlı kılan şey bence kesinlikle ve kesinlikle ölümün bizzat kendisi... Ölüm olmayan paralel evrenlerde doğmuş olmanın hiç bir önemi yok çünkü. Sonsuzluk algısı ezel ve ebed arasında sınırlı olamayacağı için - ölümlü dünyanın fani misafirleri olarak bizlerin çok da diyecek bir şeyi yok aslında bu geçici konakta... Sahip olduğumuzu zannettiğimiz hiç bir şey ama hic bir şey bize ait değil çünkü: be bedenimiz bizim, ne güzelliğimiz, ne malımız ne de evlatlarımız...
Zannederim bu noktada en güzel şey bu gökkubbe altında hoş bir sada bırakabilmek. Şayet sağlık için de yaşar isem ve ömrüm de vefa eder ve bunu yapmaya gücüm yeter ise; 12 Aralık sonrası yaşamıma dahil olacak 2024 yılı için dileğim yeryüzü denen bu coğrafyaya bir kaç eser bırakabilmek olacak. Bir kaç öykü, bir kaç şiir belki bir kaç roman. Hem yazarını hem de ilham konusu olan kendilerine ithaf edilen şiirlere konu olanları...
Herkese ve elbette kendime de, güzel ve sağlıklı bir ömür diliyorum sevdiklerimiz ile birlikte... Karanlık ve kasvetli günler yerine aydınlık ve parlak zamanlarımız ve ışıltılı demlerimiz daha bol ve daha çok olsun temennisi ile kendime mutlu bir yaş ve sağlıklı bir ömür diliyorum.
12 Aralık 2023
Yeni bir yaş...
Yorumlar
Yorum Gönder