Maaş Sohbetleri
Bizim gibi - eski tabirle ifade etmek gerekirse - bordro mahkumu maaşlı çalışan çağdaş kölelerin iş yerlerinde özellikle de devlet dairelerinde yapmayı en çok sevdiği sohbet konularından birisi de maaşlardır. Bununla birlikte konu evrilir ve sonra zamlardan, hayat pahalılığından, alım gücünden dem vurulur. Sonra klasik adım gelir: siyasetten bahsedilir. Bildiğiniz karın doyurmayan ama her Türk insanı gibi yapmaktan keyif alınan; "Ne olacak bu ülkenin hali?" muhabbetine geçilir.
Bugün çok yoğun bir gündü. Üniversitelerde sınav zamanı. İki sınav arasında az vaktim olduğu için hiç menüye bakmadan hızla okul kafeteryasında yemeğe yöneldim. Çok da beğeni almayan gençlerin pek ilgi göstermediği sağlıklı ve sebze ağırlıklı - standart dört kaptan oluşan menü vardı - devlet tarafından bir kısmı sübvanse edilen okul yemekhanesinde. Hızla yemek yiyip çıkmaya çalışırken, personelden ve maaş tahakkuk işlerinden sorumlu yöneticiler boş olan masama oturdular. Kısa bir hal hatırdan sonra doğal olarak sohbet yemek ve maaşlar üzerinden ilerledi...
-"Normal şartlarda bu yemeği beğenmeyenler çıkıp civardaki kebapçı ve pidecilere takılırdı eskiden! Artık yeni zamlarla bunu yapmak mümkün değil!" dedim. Daire başkanı olan arkadaş, hala market rakamlarına alışamadığı söyledi. Ben ise artık pahalılık kavramını içselleştiremeden alım gücümüzün daha da eridiğini örneklendirmek isterken; sayısal bilgisi daha iyi olan diğer görevli personel son bir yılda kümülatif (ard arda eklenerek çoğalan ve artan demek sade bir dille...) olarak %144 zam aldığımızı söyledi memurlar olarak. Önümüzdeki Temmuz ayında bu oranın %200ü bulacağını da ekleyerek.
Açıkçası bu oranı duyunca afalladım. Dedim ki gülümseyerek; "galiba sizin 200 ile benim hissettiğim 200 matematikteki aynı iki yüz değil! Tıpkı hissedilen sıcaklık ve hava durumunda yazılı sıcaklık farkı gibi!" Gülüştük ağlanacak halimize... Ben enflasyonun zaten bu civarda ve oranlarda olduğunu söyledim henüz alamadığımız %30luk zamma atıfta bulunurken. İşin ilginç tarafı daha bir önceki gün tam aynı saatlerde, TÜİK eski başkanı ile karşılaşıp ayak üstü sohbet etmiştik - çocuklardan, havadan sudan. İçimden, "keşke dün gerçek rakamları ona sorsaydım" dedim, denk gelmişken...
Yemeği hızla bitirip tekrar öğretmenlerin yanına döndüm. O sırada dört kadın öğretmen odada kendi aralarında çocuklarının özel okul ve servis paralarını ve yeni zamlı yemek fiyatlarını, artık karşılayamaz hale geldiklerini konuşuyorlardı. Tamamen tesadüfen! Yeşil pasaportu yenilemek anlamsız zaten gidemiyoruz bir yere esprisini araya sıkıştırarak. Evrene elbette olumsuz mesaj göndermek istemiyordu kimse. Ben de haz etmiyorum fakirlikten, alım gücümün (purchasing power) giderek düşmesinden, paramın değerinin geçen yıl ile aynı olmadığından bahsetmekten...
Sonra - yine tesadüfen tabi ki - aklıma dün geçerken uğradığım dürümcüde ödediğim para geldi aklıma onlar okul paralarını konuşurken... Ben de yeni zamlara hala alışamayan bir Türk bordro mahkûmu - modern köle olarak alacağım %200 zammı algılamaya çalıştım. Olmadı.
Bir önceki gün sırf geçerken tadımlık olsun yol üstü lezzeti diyerek uğradığım dürümcüde minicik bir fast food ürününe 85 TL verdim. Oysa aynı menüye daha geçen yıl 27 lira vermiştim... Zannederim devletin kullandığı abaküs ile benim beynimdeki rakamlar aynı değil... Aynı onluk (decimal system) rakam sistemini kullanıyoruz. ODTÜ'de biraz mühendislik okumuş birisi olarak matematiğim kötü olmakla beraber berbat sayılmaz. Dört işlemi (yeni neslin aksine) hala yapabiliyorum. Kümülatif artışın ne anlama geldiğini bilecek kadar minimal düzeyde finans bilgim de var...
Bugün - yine tesadüfen - Robert Kiyosaki'nin meşhur kitabını okumaya devam ediyordum. Hep tesadüf kader kısmet bunlar. 😉 Orada bir cümle çok ama çok dikkatimi çekti. Çok da dokundu, içime oturdu maalesef bir dönem iyi para kazanan sonrada bir süre yöneticilik yapmış ve çalışma hayatında düşük bir yaşam standardı yaşamamış birisi olarak... Zenginliğin kendine göre tanımını yapıyordu Kiyosaki. "Zenginlik bugün işi bıraktığınızda, ne kadar süre hayatınızı idame ettireceğinizdir" diyordu... Bu sizi korkutuyorsa - diyordu, yazar; "o zaman kendi zenginlik tanımınızı tekrar gözden geçirin!" diyerek öğüt veriyordu...
Yine "tesadüfen" ya yine bugün yaptığımız EYT sohbeti geldi aklıma. Hem enflasyonu hem de ülkede zaten çok yüksek orandaki (ancak üniversite eğitimi adı altında gizli kalan reel) genç işsizliğini katlayarak arttıracak erken emeklilik çıkmazını düşünmüştür herhalde devlet büyükleri dedim arkadaşıma: biz ekonomiden zerre kadar anlamayan "layman" güruhu olarak! Bunun ülkeye getireceği yükün tahmini olarak yılda 13.4 milyar dolar olacağını hesaplamış birisi olarak. Cari açıkta bu yıl 24 milyar dolar açıklanmış iken...
Dedim içimden; - "Bugün tesadüfler günü oldu tam anlamıyla, Tesadüf Öyküleri yazmaya çalışan ne ekonomiden, ne matematikten ne hesap kitaptan ne yüzdeden, ne rakamlardan zerre anlamayan birisi olarak.
Ama sonra çözdüm konuyu. Aslında durum gayet basitti, hem de çok basit: "Benim hissettiğim hayat pahalılığını ile açıklanan rakamlar aynı şey değildi." Rahatladım. Eve gelince kendime bu kış gününde dolaptan şişeyi çıkartıp bir bardak su koydum. Soğuk su. İyi geldi...
Yorumlar
Yorum Gönder