Şeb-i Arûs'un Hissettirdikleri
Pazar Yazıları No: 015
Uzun zamandır görmeyi istediğim ama bir türlü gitme imkanı bulamadığım bir törene katılma imkanı oldu. Dışarıdan bakıldığında bir tür ritüel veya dini veya kültürel bir faaliyet dahi olsa, iki açıdan Şeb i Arûs çok istisnai bir tören idi benim açımdan.
Mevlana Celaleddin Rumî hakkında çok şey bilmiyorum açıkçası. Mesnevi'den parça parça öyküler okudum. Elif Şafak'ın Aşk adlı Şems-i Tebrizî ile ilgili romanında kısmen tanıdım romansı bir örgü içinde. Bir de yol boyunca rehberin anlattığı anekdotlar. Ayrıca dünyanın büyük bir kısmı için Rumî çok ince özlü sözlerin ve derin anlamların ve bir kalp rehberliğinin müsebbibi.
İlk gençlik dönemlerinde Mevlana ve benzeri tarikat ve dini oluşumlar benim için sadece göz ardı edilecek gerçek hayattan uzak, akılcı olmayan, dini çok bireysel ve kişi düzleminde algılayan inancın ictimai yönünü yok sayan kişiye özel ve kişi ile sınırlı ve dar çerçevesi olan sığ öğretilerden ibaret büyük ama (sözde) içi boş sözlerdi... Zamanla ve olgunlaşma ve tekamül yolunda elbette bazı fikirlerim değişti, bakış açım farklı bir yön kazandı. (Belki de kazanmadı 🫣).
Ama kalbimin bir yerinde hep bir ukde olarak kalmıştı dönen dervişleri izlemek. Bunun tam sebebini bilmiyorum aslında.
Kendi etraflarında beyaz birer kelebek misali sanki birer pervane gibi dönmelerinin ardında hep bir hikmet ve bir sır aradım yıllarca. Akılcı ve siyasi bilinç yönüm bunu çok bir turistik faaliyet gibi gördü önce. Uzun süre boyunca bu törene hep tıpkı Mauri dansı veya Aborijinlerin "haka dansı", Batı Afrikalıların Zaouili dansı, Yahudilerdeki Yom Kippur veya Hristiyanlıktaki vaftiz töreni gibi bakmıştım. Çok anlamlı gelmiyordu bana bu dönmeler, cübbeler, topraktan gökten doğru açılan eller, o dergah kıyafetleri, ney ayinleri vs.
Dün Şeb i Arûs'un ilk gününde (7 Aralık 2004 Cumartesi) Konya Mevlana Kültür Merkezindeki dönen dervişleri (whirling dervishes) izlerken, kendimi tutamayıp ağladım. İnsanların içsel yolculukları için harcadığı çabayı anlamamak için ne kadar katı ve dirençli davrandığımı fark ettim.
Onları seyrederken, bireyin arınma çabası iç huzuru yakalamak için nasıl pervane olduğunu anlamak pür dikkat onların jendi eksenleri etrafında bierer gezegen gibi kainatın birer sureti ve replikası misali dönmelerini izledim. O ellerin yavaş yavaş semaya doğru açılmasını eteklerin savrulmasını hayranlıkla seyrettim. Sonra 13 yüzyıl Anadolu'sunda Anadolu'daki en karmaşık dönemlerde siyasetin çirkefliğinden ve Moğolllar'ın her yeri istila edip kasıp kavurduğu mutsuzluk ile örülmüş bir asırdaki siyasi hengamede nasıl dinginlik aradıklarını anlamaya çalıştım.
Bu esnada günümüzde ortalığı ve devlet mekanizmasını siyasi olarak avucunun içine almaya çalışan, rant ve çıkar ve statü peşinde koşan- zikir halkaları içinden kendine güç ve iktidar yaratmaya çalışan ahtapot gibi her yeri saran multimilyoner cemaat, tarikat ve şeyh müsveddesi kişilerin kurduğu materyalist ve maddeci ve eyyamcı oluşumları ve onlara kurban edilen zihinlerden ne kadar farklı olduğunu fark ettim Rumî ve öğretisinin.
Tek başına bile; Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol!" desturunun bile tüm bu çıkarcı ve rantçı ekibi ne kadar iyi özetlediğini fark ettim... Şeb i Arûs düğün gecesi demekmiş ve Mevlana'nın vefat ettiği gün için söylenmiş. Yani 17 Aralık 1273. Ölümü düğün gecesi olarak tanımlamak dünyayı ve gücü ve iktidarı en büyük gaye haline getiren hiç bir rantçı cemaatin kalpten söyleyeceği bir söz değil. Ona mangal gibi samimi ve salih bir yürek ve iman gerekir. Halka olup hu çekmek Semî ve Bâsâr olan O'nun gözünde kurtarmaz siyasi rantçıları.
Kişinin kendi içine yaptığı yolculuk kadar değerli ve uzun ve de meşakkatli başka bir yolculuk daha yok. Aslolan bir yere mi varmak yoksa yolda kendini mi keşfetmek bunu iyi irdelemek lazım. Kişinin kendini arındırma çabasının değeri hiç bir değer ile ölçülemiyor bir taraftan da... Bu yolculukta rehberlik edecek şu meşhur yedi öğüdü uzun uzun belki de yıllar boyunca düşünmemiz gerekecek:
* Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.
* Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.
* Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.
* Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.
* Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.
* Hoşgörülükte deniz gibi ol.
* Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.
Bunların arasından yedi öğüt içinden herhangi birini kısmen bile olsa yapabildim mi - vallahi de emin değilim hiç... O yüzden bazı büyük adamların neden büyük adamlar olarak tarihe damga vurduklarını anlamak bile bizim gibi sıradan insanlar için upuzun bir idrak edebilme yolculuğu galiba... Bu öğütler yeryüzünü baştan imar edebilecek kadar büyük. Ve bizler birer su damlası kadar küçük.
Güzel ve huzurlu günlere... 🙏
8 Aralık 2024 Pazar
Ankara.
Yorumlar
Yorum Gönder