Pazar Yazıları No: 014
Mutsuzluk Senaristleri
Bugün Pazar. Cuma ve Cumartesi kadar kutsal ve serbest bir gün ve Ankara'da Charles Dickens ve Edgar Alan Poe öyküleri tadında sisli, gotik ve kasvetli bir hava var.
Tam bir itiraf günü tadında boğuk ve sisli bir hava. Bu mecrayı (sosyal medya) bir tür arınma odası gibi kullanmak istedim bugün; Hristiyanlık inancındaki gibi işin kolayına kaçmayıp bir itiraf kabinine (confession booth) girip günah çıkartmak yerine kendimi kendime anlatmayı deneyeceğim - bu satırları okuyacak siz değerli okuyucu şahitlerin huzurunda...
Bazı kavramları anlamak ve anlatmak için bazen o kavramın ters/olumsuz anlamından hareket etmek ve kavramı anlamak için ters yönden kavrama doğru anlamak için ilerlemek gerekebilir. Belki de mutsuzluğu anlamak için bizzat kendimizin bireysel mutluluk algısını kafamızda netleştirmemiz gerekebilir.
Dil ve kelimelerle uğraşan ve kelimelerin gücü ve esrarına inanan birisi olarak hep şu iki şeye inandım. Öncelikle kelimeler çok yönlü ve çok boyutlu derinlikler barındırıyor ve ikincisi sözcükler bazen sadece bireysel bir anlama sahip ve sizin o sözlüğe yüklediğiniz anlam ile şekilleniyor, değişiyor veya üstüne zırhlar giydiriliyor.
Kağıt ve kalemlerinizi çıkartın; sizinle bir zihin jimnastiği ve beyin 'fırtınası' (Ankara'daki havaya uygun) bir deneysel çalışma ve alıştırma yapalım. Ancak, asla kendinize yalan söylemeyeceksiniz ve içinizdekini kendinizden bile gizlemeden her bir kavram için en az 30-40 saniye not almanızı isteyeceğim sizden. Hızlı bir biçimde. Aklınıza ne gelirse kağıda dökün - özgürce ve fütursuzca. Toplamda sadece dört (beş) kavram vereyim ve siz de ("looping" denen bu yazım tekniği ile) kendinizi kendinize itiraf edin. Sonra dilerseniz bu notları saklayabilirsiniz (veya yok edersiniz😉). İsterseniz bir kaç seans olabilir bir kaç tur şeklinde yeniden düşünüp yeniden itiraf etmek için. Birini not alıp bitirmeden diğer kavrama başlamayın şartımız bu...
Kavramlarımız sırasıyla: (1) "mutluluk", (2) "özgürlük", (3) "evlilik" (sevgililik de olabilir) (4) "gelecek" ve isterseniz beşincisi de (5) "ruh ve zaman" ikilisi. Her biri için birer dakikanız var. Dört (beş?) dakika sonra görüşmek üzere. Caymak, kaytarmak ve oyunbozanlık kesinlikle yok. Lütfen başlayın vakit kaybetmeden. Samimiyetle yapıyoruz bu aktiviteyi.
...
BEŞ DAKİKA SONRA...
Evet tekrar hoş geldiniz. Zordu değil mi? Aklınız nerelere, kim bilir ta nerelere kadar uçtu gitti (geri gelmiştir umarım 😊) ve çağırışımlar silsile halinde sizi avucunun içine aldı- salladı ve sarstı baştan ayağa. En azından beni epeyce hırpalamış durumda bu kavramlar ve bunlara yüklediğim ağır anlamlar. Soyut düşünmeyi pratikliğe aktarmak zor bir süreçtir çoğu zaman.
Muhtemelen bazılarınız bunları çok da düşünmediğini ve düşünmek istemediğini fark etti. Carl Jung'un dediği gibi: "Düşünmek zordur. O nedenle çoğu insan yargılar".
Bazı kavramları ilk haliyle kendinize bile anlatmakta zorlanmış da olabilirsiniz. "Özgürlüğü" anlamak için muhtemelen sizi hapseden şeyleri de düşündünüz? Kimbilir neler pranga vuruyor kanatlarınıza? Elalem ne der? Mahalle baskısı? Sorumluluk hissi? Eleştirilme korkusu? Söz vermiş olmanın ağırlığı? Parasızlık? Gelecekteki belirsizlik? Cesaretsizlik? Nedir kafanızdaki özgürlük tanımını cendereye sokan ve iyice sizi küçültüp daracık bir zihim hücresine hapseden? Nedir sizin engelleriniz? Yani zihninizdeki prangalarınız?
Ya da tersi. Narince kanat çırpan beyaz bir güvercin gibi ya da koca kanatlı bir dağ kartalı misali umarsızca dolaşmanıza ve süzülmenize imkan veren şeyler neler? Istediğinizi yapabilmenin dayanılmaz gücünü nasıl tutuyorsunuz elinizde? Ama nihayetinde, ben "gerçekten özgür müyüm?" diye sormuş olabilirsiniz zihin akışınızın bir yerin de? Bir kaç salise sürse bile... Gerçekten özgür müyüm? Ya da gerçekten de özgür olmak istiyor muyum? Stockholm Sendromundaki gibi bizi esir tutana karşı hastalıklı bir bağlılığımız mı var? Düşünmeye değer sorular bunlar...
Birinci kavram üzerinden gidecek olursam kendi adıma; mutluluk için aklıma gelen kelimeler ve zihnimde uçuşan resimler ve imgeler ve de hatıralar film şeridi gibi akıp gitti ben de. Peş peşe gelen şeylerde beni neyin mutlu ettiğini ve en mutlu anılarımı nerede ve kimler ile depoladığımı bulmaya uğraştım. Aslında kafamdaki resmin o kadar da net olmadığını üstelik neyin neden öyle olmasını istediğimden de pek de emin olmadığımı fark ettim kendi adıma. Mutluluk resmi o kadar da net bir tual olarak ışıl ışıl durmadı gözümün önünde. Ama daha mutlu olacağım beni daha dingin ve daha mütebessim yapacak şeyleri fark ettim en azından... Bu bile mutlu etmeye yetti.
Aslında soruyu cevapladığınız o an veya o dönem içinde bulunduğunuz ruhsal durum bu sorulara verdiğiniz yanıtlar sizi olmaması gereken bir sis bulutunun içine sokabilir hatta kendinizi bile üzmemek ve ruhunuza ihanet etmemek adına istemsizce o kavramı zihninizin içinde biraz eğip bükebilirsiniz. Yani kendinizi aldatabilirsiniz. Zihin gerçekten ilginç bir muamma. Derinliği de çok şaşırtıcı.
Zihin bazen kendine bile yalan söylemeye çalışır. Mutluyum... Mutlu olmalıyım. Daha ne olacak ki? Böyle de mutlu gibiyim... Hayır böyle düşünüyor olamam ben... Keşke öyle olmasaydı... Daha da mutlu olmak için ne yapmalıyım? Biraz daha çok düşününce (vesvese ile); güzel duygular yerini senaryolara bırakmaya başlar.
İşte tam bu noktada başlığa geri dönecek olursak, (1) gölgelerden ve (2) çabadan bahsetmek gerekecek. İnsanın mutsuzluğunun çok büyük bir kısmının (buna %90 diyecek kadar iddialı rakamlar veren yaşam koçları ve psikologlar da var), zihnin içinde dolaşan ama gerçekte olmamış veya olasılık dışı durumlardan kaynaklandığı iddia ediliyor. Yani zihnimizde bazı gölgeler var, bu bulanık ve siluet tarzı düşünceler engel oluyor gerçek resmi görmeye. Mutsuzluğumuzun nedeni yaşananlar değil bizim kurduğumuz senaryolar aslında...
Yapılacak en güzel şey aslında zannettiğimizden de basit. Bizi mutlu eden şeyleri daha çok öne çıkarmak, gözümüzün önünde tutmak, erişilebilir bir yerde tutup onlarla olan yoğunluğumuzu arttırmak. Olmayan senaryolar üretmek, var olmayan ama sadece zihnimizde vesvese (havalı tabirle; "overthinking") ile besleyip büyüttüğümüz olumsuz düşünceleri kenara koymak, kontrolümüz dışında kalan; bizi aşan veya bizi ilgilendirmeyen veya geçmişte kalmış ve artık dönüşü olmayan şeyleri zihnimizin içinde ısıtıp ısıtıp geri getirmemek gerekiyor. Mazi için dövünüp üzülmenin getirdiği tek şey ruhu rendelemek ve gelecekteki güzel şeyleri boş yere heba etmek aslında. Zamanın karanlık gölgesinden kaçma vakti geldi çoktan...
İşte bu noktada samimi çaba devreye giriyor. Konuşmanın, laf ebeliği yapmanın, sözler verip arkasında durmamanın, defalarca özür dileyip tekrar tekrar aynı kısır döngüye girmenin kimseye faydasının olamayacağı aşikar. Tam tersine, bir ziyan hali...
Bu bağlamda iki şey yapmalı insan. Artık senaryo üretme zamanı değil. Güzel ve doğru olana ve mutluluk verene doğru yelkenleri açmak gerekiyor. Ve sağ salim yeniden dingin limana (yani bize mutluluk veren özümüze ve ruhumuza yani kendimize) samimiyetle geri dönmek gerekiyor. Unutmamak gerekir ki her zaman aslolan insanın sözleri değil yaptıkları ve onun için harcadığı çabasıdır. Gerisi lafügüzaf. Ziyan...
Ziyan demişken; Kur'an da benim en çok sevdiğim ve muhtemelen de Kevser Suresi ile aynı uzunlukta - üç ayetlik kısacık mini bir sure var. Asr Suresi. Kur'an'daki en kısa iki sürenin en çok mesaj içeren iki manifesto gibi olması da ayrı anlamlı. Şöyle diyor mesajda:
1- Zamana (asr) and olsun ki,
2- İnsan mutlaka ziyandadır. (Hüsrandadır)
3- Ancak iman edenler, salih amel (iyi işler) işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye eden ve sabrı tavsiye edenler (istisna) bunun dışındadır. (Asr 103: 1-3)
Burada dini bir mesaj vermiyorum kimseye. Haddim de değil zaten. Evrensel bir öngörüyü telaffuz ediyorum bu metin aracılığıyla. Sadece bireylere sükunet ve huzur içeren bir öğüt ve bir tür mutluluğa çağrı aslında bu sözler. Iyi şeyler yapmak, sabr ve hakkı tavsiye etmek.
Vesvese ve senaryo için harcanan zaman ve kötücül enerjiyi geride bırakıp bizi yükselten ve dinginleştiren güzel şeyler için vakfetmeye hazırsak, başlayalım mı yeniden? Bizi yepyeni ve yemyeşil baharlara hazırlayan yeniden doğuşa gebe olan kış mevsimin ve Aralık ayının bu ilk gününde? Karda uyuyup serpilecek zihinlerimize güzel tohumlar atma zamanı - Asr yani...
Kendime "hoş geldin" diyorum...
Nevfel Baytar
1 Aralık 2024 Pazar
Ankara.
Yorumlar
Yorum Gönder