Leylek Yaren, Kedi Eros ve Tabiki Son Olarak da Gazzeli Bebek Haşim.
Yaşamak bir hak. İnsanca yaşamak ise içinde - çok daha derinlerde bir takım sosyolojik ve felsefi mücadeleyi barındıran - kökleri insanın yeryüzündeki varlığı ile birlikte başlayan tarihsel bir yolculuk ve serüven...
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, ikinci Dünya Savaşının (1939-1945) bitmesinin ardından ve İsrail Devletinin kurulduğu yıl olan (14 Mayıs) 1948 yılında ABD eliyle kurulmuş yeni bir teşkilat olan Birleşmiş Milletler Teşkilatı tarafından 48e 0 oy ile 10 Aralik 1948de kabul edilmiştir. Aslında bu sürecin Batı'daki kökleri Magna Carta'ya kadar uzanır...
Ülkemiz ise, 1920 yılında kuruluş temelleri atılan Cemiyeti Akvam'ın nüvesini oluşturduğu ve Türkiye’nin de kurucu üyesi olduğu BM'in bu kararını yani, Evrensel Bildirge'yi 27 Mayıs 1949 tarihli Resmi Gazete'de yayınlayarak yürürlüğe koymuştur. 11 yıl sonra da üstelik aynı de tam aynı günde ABD ile iş tutan darbesever generallerin marifetiyle 27 Mayıs 1960da (coup d'état) halka rağmen askeri darbe yaparak beyannameyi ne kadar içselleştirdiğini de göstermiştir (!).
Nedir peki bu Beyanname? Özünde, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca, oylama sonucunda kabul edilmiş bir karardır. Bu nedenle, teknik ve hukuk anlamında “tavsiye” niteliğindedir; dolayısıyla da “bağlayıcı” bir etkisi yoktur. Zaten, kanun yapıcıları da dahil olmak üzere, bu insanî kararlara uymayan onlarca da devlet var. Oldu ve olmaya devam edecek... Temel prensipleri ise şöyle özetlenebilir:
Hiç kimse keyfi olarak mal ve mülkünden mahrum edilemez. Her şahsın, fikir, vicdan ve din hürriyetine hakkı vardır; bu hak, din veya kanaat değiştirmek hürriyeti, dinini veya kanaatini tek başına veya topluca, açık olarak veya özel surette, öğretim, tatbikat, ibadet ve ayinlerle izhar etmek hürriyetini içerir.
Ayrıca, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, tüm dünya devletleri tarafından ortak değerler olarak kabul edilen insan hakları ilkelerini yansıtmaktadır. Beyanname, tüm insanların hiçbir ayrım gözetilmeksizin yalnızca insan oluşlarından dolayı eşit, özgür ve onurlu yaşama hakkına sahip olduğunu ilan etmektedir.
Başlıkta bir kaç hayvan ismi geçerken, neden bu gereksiz tarihi detaylardan bahsediyor bu adam diye kendi kendinize sorarsanız şayet; konunun aslında yek ve bütün olarak bir insan olma ve insanlık mertebesine erişme sorunu olduğunu söyleyebilirim sadece...
Popüler haber kanallarında görmüş olmalısınız ya da sosyal medyada. 13 yıldır her bahar göçten geldiğinde Bursa Ulubat gölü Eskikaraağaç köyündeki yuvasına yerleşen Yaren Leylek, yaz boyunca dostu kayıkçı Adem Yılmaz'la yeniden göle açılacakmış. 13 yıldır her bahar göçten geldiğinde Yaren isimli kayığa konan bu leylek onunla birlikte ilkbahar ve yazı geçiriyor imiş. Çok tatlı, çok naif ve de çok hoş bir insan ve hayvan birlikteliği öyküsü bu. Hepimizin insanlık ve sevgi ve sadakat adına ders almamız gereken sıcacık iç ısıtan bir öykü - tam bir yarenlik ve dostluk deneyimi özünde...
Kedi Eros konusuna gelince; insan olma mertebesi ile alakalı olarak durum tam ters yönde ilerliyor... Tam bir vahşet ve canilik örneği sergileniyor bu öyküde... Bir kediyi zevk için dakikalarca işkence ederek öldüren insan görünümlü bir hayvandan bahsediyoruz ikinci öyküde...
İki olayda ülkemizde yani bu coğrafyada geçiyor. İki ayrı hayvan türü ve iki ayrı insan var bu öykülerde. Eğitimli iyi giyimli Istanbul Başakşehir de bir sitede yaşayan ve muhtemelen de üniversite eğitimi alan bir genç tarafından katledilen evcil ve savunmasız bir kedi ile az eğitimli orta yaşlı bir köylü balıkçı ve göçmen ve aslında yabani bir kuş arasındaki sevgi öyküsü var diğer tarafta.
Bu iki olay çok yer tuttu ülke medyasında. İmza kampanyaları bile düzenlendi. Hayvanseverler protestolar yaptı. Instagrama postlar koydular. Büyük harflerle kınadılar katili. Ve hatta daha ilginç olan ise sayın cumhurbaşkanı bile, Adalet Bakanını arayarak serbest bırakılan kedi katilinin durumunu sormuş. Sonuçta adaletsizlik ve gayrı insanî bir durum söz konusu.
Diğer taraftan, bize çok da uzak olmayan başka bir coğrafyada son yüz günde en az 11.000i çocuk, 7500ü kadın olmak üzere 30.000 "insan" öldürülmüş üstelik de hemcins ve hemtürleri olan başka bir "insan" grubu tarafından. Üstelik de şeytana bile pabucunu ters giydirecek uyduruk ve mesnetsiz bir gerekçe ile başlatılan müdahaleler sonrasında. Başından beri bu konularda yazmaktan imtina etmiştim. Ancak durum çok vahim. İnsanlik yine acınacak halde.
Bu süreçte iki şey kanıma çok dokundu. Hem de çok. Birincisi insan haklarına verdiğimiz değer. İkincisi ise insan olarak ne kadar da iki yüzlü olduğumuz gerçeği.
Çocukların öldürüldüğü hiç bir dava haklı değildir. Üstelik bunu yapanların peygamberi; çocuk katili bir firavunun zulmünden kaçan ve annesi tarafından bir sepetle Nil nehrine bırakılan Musa'nın kavmi iken... Musevi ve/veya yahudilerin - dini ne olursa olsun kendini yüce gören zalim bir kavmin vadedilmiş kutsal ve kadim topraklarda yaptığı sistematik bir soykırımı lanetlememek insanlık suçudur.
İkiyüzlülük ise daha da vahim bir insanlık suçu. Toplumsal ve devletsel düzlemde, Gazze'de çocuklar açtıktan ölürken, İsrail'e en çok tarım ürünü satan ülkenin Türkiye olması gerçeğini görmeyenler bir yanda, diğer yanda bir kedi katili için organize olup, onbinlerce insanın katli konusunda kılını kıpırdatmayanlar ise aynı derecede cani ruhludur gözümde... Çocuk öldürmek hiç bir dinin kitabında yazamaz... Ölen çocuklar için hiç bir tepki vermemek ise hiç bir insanın "insan olma" kitabında yazamaz.
Özetle, büyük bir kısmımız henüz tekamülünü tamamlamamış insan görünümlü, evrimden ve evrilmekten henüz kendine düşen payı ve nasibini almamış bir türün bireyleriyiz. Insan olmak büyük bir erdemdir. Bunun beyanname yazmakla değil insanî olma değerlerini hayata aktarmakla gelişmesi mümkün...
Tüm insan ve hayvan dostlarına iyi pazarlar. Sadece onlara 😉 ...
Yorumlar
Yorum Gönder