Ana içeriğe atla

Bir Mabet İnşa Etmek

Bir Mabet İnşa Etmek


Güne çok ama çok sevdiğim kısacık bir öykü ile başlamak istiyorum. Darb-ı meselini başlıkta verdiğim bu sıcacık öyküyü ilk duyduğumda, bu menkıbemsi anlatı beni çok etkilemiş ve sonrasında da pek çok konuya, ilişkiye, işe, eğitimden dostluğa, bir ev kurmaktan evliliğe olan bakış açıma kadar hemen her konuya olan yaklaşımımı ve tutumumu yeniden gözden geçirmeme yol açmış ve özünde bana çok güzel bir bakış açısı kazandırmıştı.


Yıllar yıllar önceydi. O dönemde çalıştığım üniversitenin akademik biriminde yöneticilik yapmakta idim. Yeni kurulmuş ve çok genç olan üniversitenin yabancı diller bölümünü ve hazırlık okulunu sıfırdan kurmak üzere "hep beraber" kolları sıvamıştık. 


Yeni bir şeyler kurmanın heyecanıyla iştiyak ve arzuyla güzel ve az denenmiş şeyler yapmak istiyor; öğrencilere faydalı, etkili ve kaliteli bir dil eğitimi sunacak bir eğitim yuvası inşa etmeyi hayal ediyorduk. 


Ancak tüm iş arkadaşlarınızın ve meslektaşlarınızın aynı heyecanı sizin kadar istekli biçimde duymasını beklemek de mümkün değildi elbette. Kuruluş motivasyonun da her daim diri ve yüksek olmasını ve bunda bir süreklilik beklemek de çok olası bir durum değildi. 


Bu bağlamda, kuruluş sürecinin sancılı ve zorlu ilk aşamaları yaşanırken rektör hocamız kurucu tüm ekibi toplanıp minicik bir öykü anlatmıştı. Çok sevdiğim ve beni çok etkileyen şu öyküyü:


Çok eski bir zamanda, uzak bir diyarda, bir şehirden geçen bir yolcu şehrin orta yerinde büyük bir bina inşaatı yapıldığını görür. Yol kenarına çöker ve işçileri seyretmeye koyulur. Sırtında tuğlalar olan gördüğü ilk işçiye seslenir: "Ne yapıyorsun burada?" İşçi, biraz yorgun biraz da canı sıkkın bir şekilde: "Gördüğün gibi taş taşıyorum" der. 


Biraz sonra başka bir işçi daha geçer yanından. Her yanı toz içinde. Aynı soruyu sorar. ikinci işçi alnındaki ter damlaları silerek; "Ailemin rızkını kazarıyorum", der. 


Sonra üstü başı toprak içindeki yorgun argın ama gülümseyerek ve keyifle yanından geçen üçüncü işçiyi çevirir yoldan ve sorar aynı soruyu. "Ne yapıyorsun burada?" İşçi tebessüm ederek şöyle cevap verir oturan yolcuya: "Ben büyük bir mabet inşa ediyorum". 


Galiba mesele bu. Kendimize nasıl bir ufuk tayin ediyoruz ve bu bakışımızı, duruşumuzu, inancımızı ve sürdürülebilirlik algımızı nasıl şekillendiriyor? Taş mı taşıyoruz, paramı kazanıyoruz yoksa bir duyguyu ve hayali mi inşa ediyoruz bir iş yaparken veya bir ilişki oluştururken ve bir yola çıkmaya ve bir hedefe ulaşmayı ümit ederken? 


Üç örnek vereceğim. İşe, aşa ve aşka dair üç basit bakış öyküsü sadece. O kadar. 


Diyelim çalışan bir memursunuz, öğretmensiniz veya okuyan bir öğrenci. Rutin ve sıkıcı bir yere mi gidip geliyorsunuz 9-5 arası? Bir şeyler mi öğreniyor ve faydalı oluyorsunuz? Yoksa kendinizi mi geliştiriyorsunuz orada? Örneğin diyelim ki yeni bir dil öğreniyorsunuz hazırlık okulunda. Bunu "hazırlığı atlamak" için mi yapıyorsunuz? Zorunluluğun bir parçasını mı yerine getiriyorsunuz? Yoksa yepyeni bir dil, bir kültür ile ufkunuzu ve vizyonunuzu genişletecek bir bakış açısı ve belki de yeni kapılar açacak bir meslek mi kazanıyorsunuz?  Dünya vatandaşı olma yolunda mı yürüyorsunuz yoksa? Bakışınız çok şeyi değiştirir emin olun. Mutluluğunuzu bile...


İkinci örneğimiz aş idi. Yemek yapma kimimiz için karnını doyurma, kimimiz için öğünü geçiştirme,  kimimiz açısından sadece gündelik bir angarya veya yük de olabilir. Öte taraftan yemek yapma bir sanata ve keyfe de dönüşebilir - siz nasıl görür ve görmek istersiniz.  Farklı, basit ve ucuz malzemeleri bir araya getirip, ocak başında deneysel bir damak şölenine de dönüşebilir yemek algınız ya da TV izlerken ısmarladığınız yavan bir hamburgere de... Konu bakış açımız yine.


Gelelim en önemli konuya. Aşk ve sevgi mabeti kurmaya. Konuyu elbette ulvileştirme ve kutsallık atfetme çabasıyla anlatmıyorum. Konu emek ve çaba ve anlam meselesi. Kafanızdaki evlilik ve aşk şablonu ile gerçeklik arasında elbette boşluklar olabilir. Tuğlalar yerine oturmayabilir, sıva bazı yerleri ilk başta kapatmayabilir. Olsun. 


Amaç güçlü bir aşk ve sevgi inşa etmek ise, bu mabedin taşıyıcı kolonlarını oluşturacak olan harç güzel bir iyi niyet, hoşgörü anlayış ile sevgiyle karılmalı. Sonra da bu yapıyı ayakta tutan asıl malzeme ortak bir hayale, güçlü bir arkadaşlığa ve sağlıklı bir anlayışa ve pozitif ve eğlenceli bir muhabbetle temellerinden yükseltilmeli. 


İkili duygusal ilişkiler de özellikle de evliliklerde yolculuk aslında özveri ve dirayet isteyen bir paylaşım yolculuğu. Her zaman güller serili olmayacak bu mabedin yükselen basamaklarında. Bazen inşaat yaparken dikenler de batacak ellerinize o harcın içinden. Unutmayın aşkın rengi de gül rengi. Emek ve çabanın da mücadelenin de rengi gül rengi.


Aytmatov'un öyküsü, Selvi Boylum Al Yazmalım olarak izlediğimiz filmin o meşhur son sahnesinde dediği gibi galiba: "Sevgi neymiş? Sevgi emekmiş..." Bir mabet yapmak gibiymiş meğer aşk meğerse sevgi...


Şu aralar, kişisel gelişim ile ilgili sosyal medyada çok dolaşan bir cümle var. Sorun aslında konuya bakış açınız ile ilgili diye... Sorunların %80i aslında konuya 'sizin' yüklediğiniz anlam ile ilgili sorunun kendisi ile ilgili değil özünde. Mabet yapmak mı taş taşımak mı derdimiz?


Kısaca durum şu galiba: Kafamızdaki şablonlar ve algılar ulaşmak istediğimiz hayalin, kurmak istediğimiz muhabbet ve sevgi mabedi inşasının önüne geçmemeli. Biraz sabır, biraz karşılıklı anlayış, biraz da bittiğinde hayatınıza yepyeni bir anlam, ruh,  sevgi ve elbette aşk katacak olan mabedin yükselmesini izlerken hemen pes etmeden, mücadeleyi bırakmadan birbirine yoldaşlık edebilmekte, değil mi?


Nevfel Baytar 

23 Şubat 2025 Pazar

Ankara.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Masal

Masal ... Neden olsun isteriz, Masallardaki aşklar gerçek? Mutlu gülüşler sonsuz, Birliktelikler, sorunsuz? ... Niye çok isteriz hep? O da beni - benim kadar, Ve hatta benden de çok... Daha da çok sevsin diye? ... Nedir karşılıksız aşkları; Bu kadar değerli ve unutulmaz, Kavuşulan aşkları ise sıradan yapan? Nedir aşkı, maşuktan bile kopartan? ... Niye bekleriz hep, tutkuyla sevip de, Karşılık bulamadığımız aşklar; Önümüzde serpilip büyüsün diye, Bilerek ve beyhude bir çırpınış ile? ... Neden çok sevilen anlamaz, Sevildiğini ve değer verildiğini? Bu güzel masalın her harfinin Bizzat kendisi için; yazılıp, çizildiğini?  ... Neden küçümsenir ki sevenin sevgisi? Niye görülmez bülbüle yâr olan gül bahçesi? Niçin hep bir inat, hep bir tafra yüceltir, Ve daha değerli kılar, yarım bırakılan sevgiyi? ... Karşılık almadan sevebilmek, Ne kadar da ilahi ve yücedir, halbuki... Kim, neden heba eder ki aşığının sevgisini? Ve rehberi yapar boş yere kendi ümitsizliğini? ... Sen de biliy...

HAYATINIZI DÜZENE SOKACAK 20 ALIŞKANLIK

Hayatınızı Düzene Sokacak 20 Alışkanlık Öncelikle herkese güzel bir hafta sonu dileklerimle. Umarım hayatınızın akışını arada bir durup sorguluyorsunuz. Yanlış anlaşılmasın sakın. Felsefi ve ontolojik bir var oluşçuluk ve bütüncül bir yaşam kaygısını sorgulamacı bir tutum ile irdelemek değil niyetim asla.  Bugüne hafif gibi görünen ama yaşam kalitemizi engelleyen, başarıya ve hedeflediğimiz amaca giden yolda bizi sekteye uğratan bir takım olumsuz davranışlarımızı ve nispeten kötü alışkanlıklarınızı azaltmaya yönelik bir takım önerilerim olacak.  Düzenli takip ettiğim bir kaç yabancı motivasyon ve kişisel gelişim hesabı var. Daga çok Amerikalıların bakış açısı ve dünya görüşü ile şekillenmiş tavsiyeler bunlar. Ben buradaki önerileri biraz bizim ülke ve insanımız bağlamına uyarlamaya çalıştım.   Hepsinin de değerli öneriler olduğunu düşünüyorum.  Küçük adımlarla giderek, hepsini değil belki ama dört beş tanesini bile uygulama geçirmek oldukça olumlu de...

Kendinizi Aşmanın 33 Yolu

Kendini Aşmanın 33 Yolu (İlk 15 Adım!)  Hemen hepimiz kendimize dair bir takım serzeniş ve şikayetler içerisinde oluyoruz. Az veya çok... İstemsizce veya üstüne basa basa şikayet ediyoruz.  Bazı şikayetlerimiz fiziksel şartlarımız ile ilgili. Kimimiz boyundan memnun değil, kimimiz kilosundan. Kimimizin beli kalın, bazılarımızın kırışıklıkları çok.  Kimimiz göz rengini lens kullanarak, kimimiz de fazla kilolarından sert diyet yaparak kurtulabiliyor.  Kimimiz ticari zekasının azlığından şikayetçi; kimimiz ise sinirlerini kontrol edemeyerek çevresini kırıp dökmekten. Bazılarımız ise tam bir toksik canavara dönüşmüş durumda, travmalarının acısını bi-haber olan yakın çevresinden çıkartıyor... Kimimiz bazen bir duygu süpürgesi,  kimimiz kalp buldozeri, kimimiz de ilişki mengenesi...  Ama her şey bir yana, hayat devam ediyor. Stoacı bakış açısını benimsemiş bir fani olarak, kendimizi sevmemiz, kendimizi iyi tanımamız ve içimizdeki o potansiyeli uyandır...